cemal hunal fan sitesi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

cemal hunal fan sitesi


 
AnasayfaAnasayfa  cemal hunal fancemal hunal fan  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap            İletişim İletişim  
Cemal Hünal Fan Sitesine Hoşgeldiniz...Forum Bizden, Paylaşma Sizden....
Iletisim : cemal-hunal@fanforum.com
Cemal Hünal Fan Sitesi Facebook'ta !

 

 sabah gazetesinde çikan haber

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Zarin

Zarin


Mesaj Sayısı : 394
Rep Gücü : 6237
Kayıt tarihi : 24/10/09
Yaş : 36
Nerden : Fransa

sabah gazetesinde çikan haber Empty
MesajKonu: sabah gazetesinde çikan haber   sabah gazetesinde çikan haber EmptySalı 24 Kas. 2009 - 14:00

Kariyerimi Çağan Irmak’a ve atlara borçluyum
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
ŞİRİN SEVER
20.09.2009
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


"Kadınların ilgisinden haberim yok, zaten bir ilişkim var, gözüm
dışarıda değil ki," diyen Hünal basının onları sürekli
'evlendirmesinden' bıkmış durumda: "Evlilikten değil çocuk yapmaktan
bahsediyoruz biz, ama sevdiğim kadını zor durumda bırakmak da beni
huzursuz ediyor..."


Kemerburgaz'da, Alkuzu Çiftliği'nde buluştuk Cemal Hünal'la. Boyumu
aşan bir atla dolaşıyordu, ki uzun boyluyumdur ben. Ama cüce gibi
kaldım atın yanında! Üstü başı kir içinde ama yüzünde acayip mutlu bir
gülümseme vardı ilk gördüğümde. Atlarıyla oynuyor, boğuşuyor,
şakalaşıyordu... Şahane bir tabloydu, 'kesin, bu özel bir adam' dedim
içimden. "Senin atın mı?" diye sorduğumda, gururla anlattı: "Evet, çok
azgındır. Bakıcısının yanağını ısırdı, herkesi üzerinden atıyor. Ama
muhteşem bir attır!" Cemal Hünal son yılların en popüler oyuncularından
biri; Issız Adam'la
şöhreti yakaladı; ki o tarih, hayatının dönüm noktasıydı. Şimdi o
dönemeci döndükten sonraki bölümü yaşıyor bence. Şöhretin kaymağını
yiyor... Bir romantik film, atv'nin en iddialı dizilerinden birinde
başrol, ilgi, alaka, şöhret vs gırla. Peki umurunda mı? Asla! Şöhretle,
popülerlikle, kadınların ilgisiyle falan alakası yok. Varsa yoksa dağda
bayırda at sürmek, doğayla iç içe yaşamak, kendini beslemek. Bütün
derdi bu. Kim ne derse desin, şehirli, eğitimli, donanımlı, kendiyle
barışık, hayatla barışık. Özel yetenekleri, özel hobileri, pek çok
oyuncuya göre 'özel kalan' yanlarıyla öne çıkan biri. Ben onu, dizi
kahramanlarına benzettim. Sahiden ama; oynadığı karakterlerden hiçbir
farkı yok. Hayatını dinlerken, ona tam not verdim. Bakalım siz ne
diyeceksiniz?

- Baştan başlayalım; nasıl bir aile ve annebaba sizinki?
- Süper bir anne baba!

- Neden süper?
- Çok vericiydiler bir kere... Onların benden en çok istediği şey
iyi bir dünya görüşümün olması ve dürüst olmamdı. Başka hiçbir
beklentileri olmadı benden. Üstelik çok yaramaz ve kötü bir çocuktum
her zaman. Veli toplantılarından hep ağlayarak dönerdi annem.

- Ne iş yapıyorlardı?
- Babam zamanında tekstille uğraşırdı. Çin'den ham ipek, vs ilk o
getirmişti. Annem iç mimar. Sevgi dolu bir aile ortamında büyüdüm; çok
saygılı, hep anlayışın olduğu, kimsenin kimseyi kıskanmadığı, küs
kalmadığı...

- Otomatik olarak hayata iyi bir başlangıç yaptınız yani!
- Evet, çok iyi bir avantaj öyle bir yerden başlamak. İnsanın
kendinden ve çevresinden emin olabildiği bir ortamda büyümek süper.
Yapmak istediklerime her zaman destek oldular.

- İstediğiniz neydi peki?
- Çocukken ya zoolog olmak istiyordum ya oyuncu! Şimdi oyunculuk
yapıyorum ve bir hayvanat bahçesinde çalışıyorum (gülüyor). Bu
gerçekten büyük bir nimet!

- Peki anne-baba birbirine çok mu âşıktı?
- Evet! Hâlâ evde büyük bir aşk var, aradan 40 yıl geçmesine rağmen...

- Nasıl sağlanıyor, korunuyor sizce bu?
- Sevgi, sadakat ve çok büyük cesaretle.

- Cesaret derken neyi kastediyorsunuz?
- İnsanlar hayatlarında gerek dostları, gerek sevgilileri olsun,
her ilişkilerinde çukurlara düşüyorlar sık sık. Hayal kırıklığına
uğradıkları zaman genellikle aynı yerlere basmak istemiyorlar tekrar.
Sanırım cesaret orada devreye giriyor işte; ilişkiyi sürdürebilmekte,
devamını getirebilmekte, sevdiğinle ilerisini göremediğin bir yere
gidebilmekte...

- Bildiğim kadarıyla anneniz Musevi. Bu yüzden mi cesaretten bahsettiniz?
- Evet.

- Hiç zorluk yaşandı mı bu anlamda?
- Ben şahsen yaşamadım ama onların çok zorluklar yaşadıklarını
biliyorum. Benim babamın ailesi Rum Arnavut. Evlenmeden önce anneler
babalar zaten ahbap, fakat evliliğe tabii ki karşılar. Annem babamla
çıkmaya başladığı zaman, babası iki sene masaya oturtmamış onu mesela,
beraber yemek yememişler. Ama ben işin bu kısmına hiç şahit olmadım.
Yaşadıkları maddi manevi zorlukları bize yansıtmadılar. En azından
büyürken hiç böyle hikayeler duymadım...

- Annenin ya da babanın kültürü, dini... Hangisi ilginizi çekti daha çok?
- İki kültürle de büyüdüm ben. Çünkü babamın da annemin de çok
farklı konularda kütüphaneleri vardı. Dışarıda koşturamayan bir çocuk
olarak evde kitaplarla çok fazla vakit geçiriyordum zaten....

- Neden koşturamıyordunuz?
- Ben astımlı büyüdüm. Dışarıda çocuklarla oynayamazdım. İki metre koşsam beni oksijen odasına kaldırıyorlardı hemen...

- Doğaya düşkün biri için ne şanssızlık!
- Soma'daki kömür madenleri devlet el koyana kadar dedeme aitti;
madenci Cemal Hünal... Çocukluğumun çok ciddi bir kısmı madenlerde
geçmiştir.

- O yüzden mi astım başladı?
- Yo hayır, ben yerin altına inmiyordum. (kahkahalar) Doğada bir
çiftlik ortamında atlar, köpekler, ördekler, yaban hayvanlarıyla
büyüdüm. Doğa sevgim o günlerden kalmadır.

- Kaç yaşına dek sürdü astımınız?
- Yatılı okula gidene kadar hiç spor yapamadım. Zaten o zamana
kadar çok antisosyal bir yapı geliştirmiştim. Okuldaki arkadaşlarımdan
çok azıyla gerçekten samimiyetim vardı. Tek başına da çok başarılı bir
anarşisttim ama! Sınıfta kapının kilitlerini kilitlerdim falan...

- Yalnız olmanın acısını böyle mi çıkarıyordunuz acaba?
- Sanırım benim için her şey deneylerden ibaretti. İlkokula
girdiğim ilk günü hatırlıyorum... Annem gitmişti, ben koridorda tek
başıma duruyordum, insanları inceliyordum ve koridordan koşarak gelen,
hiç tanımadığım bir çocuğa çelme taktım.

- İğrençmişsiniz!
- Evet. Fizik deneyi işte.

- Pardon ama neyi denediniz?
- Ne olacak diye baktım! Takla attı, kafasını kalorifere çarptı.
Çok berbat bir çocuktum gerçekten, çok fazla yaramazdım. Pek bir şey de
değişmedi aslında... Asi dizisinde birlikte çalıştığımız arkadaşlarıma da çok sorun çıkardım, onları bir odaya kilitlemişliğim bile vardır.

- Berbat bir çocuk olarak okul hayatı peki?
- Saint Benoit'da okuyordum, sonra annemler beni İskoçya'da yatılı okumaya gönderdiler liseyi bitirmek üzere.

- 'Biraz kendine gel çocuğum' diye mi?
- Okuldan pek hoşlanmıyordum, sınıfta kalmak üzereydim, babam da
bunun farkındaydı. İki sene İskoçya'da okudum, herhalde hayatımın en
eğlenceli zamanlarıydı. Ama okuldan atıldım!

- Bu sefer ne yaptınız?
- Ne yapmadım ki! Üst üste birikmişti her şey.

SENARYOYU 20 DAKİKADA BİTİRDİM
- Kış Masalı'ndaki Ali Murat karakteri nasıl biri? Issız Adam'ı hatırlattı bana...
- Alakası yok! Kış Masalı'ndaki adam bir sevda arayışı
içinde, hayatında bunun eksikliğini duyuyor. Evlenmiş, çocuk sahibi
olmuş, bir erkek çocuk sahibi olamamış ve anne-gelin husumetinden,
kendi hayatındaki boşluktan sıkılmış. Ve bir anda âşık oluyor.
Hayatındaki bütün arzularını, isteklerini, bütün yoğunluğunu oraya
odaklıyor. Çok farklı yani.

- Senaryoyu okurken sizi tavlayan nokta neydi?
- Bugüne kadar oynadığım karakterlerden çok farklı olması. Daha
sert yapıda, daha geleneksel bir ailede yetiştirilmiş bir bey
karakteri. Kendi ağırlığının ezdiği bir adam. Tabii ki Mahinur Ergun'un
senaryoyu yazıyor olması ve benim hayatımda ilk defa bir dizi
senaryosunu 20 dakikada falan bitirmiş olmam... Gül Oğuz'un çekiyor
olması, bunlar çok ciddi etkenlerdi.

PİZZA DA HAVUÇLU KEK DE YAPAMIYORUM
Yemek merakım aileden... Nişantaşı'nda açtığımız Zazie aslında bir aile
restoranı. Annemin babamın mönüye koyduğu çok iyi yemekler oluyor ama
asıl, sevgili ortağım Aktuğ İtalya'ya gidip, dünyanın en iyi pizza
okullarından birinde ciddi emek sarf etti. İstanbul'daki en iyi pizzayı
biz yapıyoruz artık. Ben yapamıyorum. Pizzanın hamuru nasıl yapılır,
nasıl açılır benim bir bilgim yok. Ayrıca havuçlu kek yapmayı da
bilmiyorum! (kahkahalar).

FOTOĞRAF ÇEKTİRMEYİNCE KIRILIYORLAR!
- Popüler olan bir erkek otomatikman en seksi, en yakışıklı, en ilah da ilan ediliyor! Durum sizin için de geçerli...
- (gülüyor) Bilmiyorum, böyle bir farkındalığım yok bir kere. Olsaydı, daha huzursuz bir hayat sürdürüyor olabilirdim.

- Huzurlu musunuz şimdi?
- Evet, çok. Boş vakitlerimin çoğunu burada geçiriyorum zaten.
Bütün insanlara da bunu tavsiye ediyorum. Ait olduğumuz yer toprak...
Betona basmak ve doğadan uzak yaşamak insanları geriyor.

- Doğanın içinde, atlarla haşır neşir yaşıyor, gitar çalıyor,
kendinize özel bir dünya yaratıyorsunuz. Söylesenize siz romantik bir
adam mısınız?
- Evet, sanırım öyleyim. Hayatı seven bir insanım; hayattaki
güzellikleri seven, hayatın gerçekleriyle yaşamayı bilen, Rabbine
minnetle dolu bir insanım.

- Kendinizden bu kadar memnun musunuz gerçekten, mutlu musunuz?
- Bu konuda çok şanslıyım, kendimle ilgili mesai yapacak çok vaktim
oldu. Sanırım beni kendimle barışık tutan şey de o. Çünkü insanlar
istemedikleri şeyleri yaptıkları zaman ya da yapmak zorunda kaldıkları
zaman mutsuz oluyorlar.

- Bir taraftan kendi dünyanın içinde kalmayı istemek, diğer taraftan şöhretle yaşamak. İkisi tezat değil mi?
- Alışveriş merkezine falan gitmeye kalktığımda çok zorluyor bu
beni. Çok fazla resim çektirmek istiyor insanlar. 'Hayır' deyince de
çok kırıldıklarını öğrendim! (gülüyor)

- Ukala ve kötü insan oluyorsunuz...
- Aynen. Fakat ardı arkası kesilmiyor bu sefer de... Benim için en
büyük handikapı, aslında tek handikapı, sokakta yürürken görünmezliğimi
kaybetmiş olmak. Beni huzursuz eden tek şey o. Ama yaptığım işi çok
seviyorum. Yaptığım işin beğenilmesi, seyirci tarafından sevilmesi,
halk tarafından sevilmesi... Çok büyük artılarını da yaşıyorum gittiğim
her yerde.

- 'Bu işin bedeli buysa, o bedeli de öderim' diyorsunuz sanırım?
- Olsun o kadar tabii. Şımarıklık olur şikâyet etmek.

İLİŞKİM VAR, GÖZÜM DIŞARIDA DEĞİL
- Kadınların ilgisi nasıl?

- Bilemeyeceğim, o kadar ortalarda gezmiyorum. (Etrafına bakıyor) Pek kadın olmuyor buralarda... (gülüyor)

- Bu popüler olma halinden memnun musunuz, tadını çıkarıyor musunuz, doğruyu söyleyin!
- Issız Adam'dan
önce bir ilişkim vardı, sağlıklı bir şekilde de devam ediyor. (Keman
sanatçısı Lale Cangal'la birlikte) Yani gözüm dışarıda değil ki.

- Büyük bir aşk mı sizinki?
- Tabii ki öyle.

- Evlilik meselesini sürekli soruyorlar size...
- Bir şey sormuyorlar, sadece yazıyorlar! Zaten o kadar cılkını
çıkardılar ki bu konunun. 'Evlenecek' diye yazmaları, arkasından
'Ayrıldılar' diye haber yapmaları... Ayakta alkışlıyorum bunları
yazanları ama ayağa kalkmayacağım!

- O yüzden sizi bulmuşken aslını astarını sormam lazım; zorla da olsa evlendirecek miyiz sizi!
- Valla biz evlilikten bahsetmiyoruz ama çocuk yapmaktan bahsediyoruz.
Sadece sevdiğim kadını düşünüyorum, ister istemez onu zor bir
pozisyonda bırakmış oluyorum. Bu beni huzursuz ediyor bir tek.

- Erken yaşta bir evlilik yapmışsınız, doğru mu?
- Evet, aslında erken yaşta çocuk sahibi olmak istedim. Ben iyi bir
baba olacağımı düşünüyorum, çocuklarıma çok şey verebileceğimi
düşünüyorum. Hayatta kendi başıma tamamlayamayacağım çok şey var. Bunun
için doğru insanla beraber olabilmek çok önemli, tamamlıyor insanı,
yükseltiyor, yüceltiyor.

ATIN YERİNİ TUTABİLECEK BAŞKA ŞEY YOK
- Doğanın içinde, çiftlikte falan yaşadığınız bir şehir efsanesi mi?
- Evet! Normal bir apartman dairesinde yaşıyorum, sık sık da buraya kaçıyorum.

- Kaç tane atınız var?
- İki.

- At binme merakı nereden başladı?
- Bundan altı sene önce, bir abim beni Yalova'ya götürdü, orada bir
köyde baktığı kendi atları vardı. Apaçi adında deli bir atla tanıştım,
alacalı, iki gözü masmavi... Onu bana verdiler, iki sene boyunca hiç
aksatmadan haftanın üç-dört günü ortadan kaybolarak at bindim. Herkesi,
annemibabamı deli ederek, oduncularla ormana çıkıp odun kesip atlara
yükleyerek, eğerli eğersiz binip, düşüp, ağaçta kalıp falan, bir
şekilde bağlandım ona.

- Hayatınızı bu kadar dolduran başka hiçbir şey yok mu?

- Atın yerini tutabilecek hiçbir şey yok hayatta, doğayla bütünleşmek açısından. Yaşam alanınızı çok genişletiyor.

- Şimdi Kış Masalı'nı çekiyorsunuz. Allah'tan at binen bir beyi oynuyorsunuz!
- Tabii canım, her set günü, çalıştığımız at orada. Çok güzel, çok beyefendi bir at.

- Peki kendi doğanıza uygun roller mi isteyeceksiniz hep?
- Mümkün olduğu kadar farklı şeyler yapmak daha enteresan. Ama uzun
dönem çalışacağım bir işte, işin içinde at olması, Bursa gibi bir
doğada çalışmak da nimet.

- Bu sette uslu musunuz bari?
- Usluyum, ayağımı denk alıyorum çünkü Gül Oğuz'un setindeyiz!
(gülüyor) Ayrıca hem bir atım var hem de başrol sorumluluğu söz konusu.
Çalışma temposu yüksek. Ben boş kaldığımda fenalaşıyorum, canım
sıkılıyor. Hiç gelemediğim bir şeydir can sıkıntısı. Şu anda benim
hayatımı idare etme şeklim, bir çocuktan farklı değil... Çocuklar nasıl
oyuncaklarıyla saatlerce oturup oynayabiliyorsa, ben de öyleyim.

KENDİMİ AT ÜSTÜNDE KOSTÜMLÜ İZLEDİĞİM AN 'İŞTE HAYALLERİM GERÇEKLEŞTİ' DEDİM
- Oyunculuk hangi ara giriyor hayatınıza?
- Oyuncu olmak her zaman gönlümde vardı ama babamla da konuştuktan
sonra net kararım önce akademik kariyer yapmaktı. Çünkü hayatta
öğrendiğiniz her şeyi oyunculuk kovasına doldurabiliyorsunuz ama
oyunculuk kovasına doldurulan şeyi başka yere aktaramıyorsunuz. O
yüzden Londra'da sanat tasarımı okudum, mimariye yönelmeyi
düşünüyordum. Ta ki Alinur Velidedeoğlu'yla tanışana kadar...

- Ne alaka?
- Londra'da, bir tanıdık vasıtasıyla asistanlık yaptım yanında.
Gittiği her yere beni de götürürdü. Bir yapımın bütün aşamalarına teker
teker şahit olmamı sağladı. İnanılmaz cömertti bir de... Ben
öğrenciliğim boyunca çalıştığım hiçbir işten; aşçılıktan, barmenlikten
bu kadar para kazanmadım! Baktım ki, benim hiperaktif yapıma son derece
de uygun bir iş bu; Türkiye'ye döndüğümde Plato Film'de çalışmaya
başladım hemen...

- Orada bayağı sürünmüşsünüz, doğru mu?
- Tercih meselesi! Çok keyif aldığım bir ortamdı, her sete yetişmek
istiyordum, eve gitmiyor, setten sete gidiyordum, getir götür bile
yapıyordum. Sonra sinema okumaya karar verdim. Los Angeles'a gittim,
UCLA'da sinema ve televizyon eğitimi aldım. İlk altı aydan sonra baktım
ki adamlar sinema sektörü için muhasebeci yetiştiriyorlar, bir devlet
okuluna geçtim. Beş sene sonra oradan da attılar beni, Londra'da bir
film okuluna gittim.

- Aradığınızı buldunuz mu bari?
- Evet, o müthiş bir okuldu. Senaryonu yazıyordun, filmini
çekiyordun, başka bir filmin sanat yönetmenliğini yapıyordun, öbür
filmin görüntü yönetmenliğini yapıyordun. Süperdi.

- Türkiye'ye ne yapacağınızı bilerek ve kararlı bir şekilde mi döndünüz bari?
- Hayır, hiçbir fikrim yoktu açıkçası! Çünkü bir sektörde
çalışabilmek için o sektörün içinde bulunmak, çalışanları tanımak
gerekli. Ben 26-27 yaşına gelmiştim ve hiç kimseyi tanımıyordum! Tekrar
prodüksiyon asistanlığına da dönmek istemiyordum. Kardeşim animasyon
okumuştu, beraber bir çizgi film şirketi kurduk.

- Çocuk ruhunuza uygun olarak!
- Hayır kardeşimin mesleğine uygun olarak! E benim de senaryo yazma
merakım ve yatkınlığım vardı. Zaten diksiyonum şu andakinden berbattı.
(gülüyor) Yani oyunculuk yapmaya pek ihtimal vermiyordum.

- Ama birden bire Çağan Irmak sizi keşfetti!
- Evet. Bir-iki ajansa yazılmıştım o zamanlar... Şu andaki menajerim Yasemin vasıtasıyla Ali Poyrazoğlu ile tanıştım; Aile Bağları'nı
çekiyordu, orada birkaç bölüm oynadım, çok şey öğrendim. Bu arada
Yasemin'in bulduğu her işten kaçıyorum. Bir gün aradı 'Bir iş var ama
para almayacaksın' dedi. 'Ne yapacağım?' diye sordum. 'At bineceksin!'
dedi. Hemen kabul ettim. (gülüyor) Gittim, Ulak'ın teaser'ını
çekiyorlar; bir kostüm giydirdiler, ata bindirdiler. Hayatımda en çok
istediğim şeyi yaptım. 35 mm film ve ben at üstünde, kostümlüyüm!
Fragmanı sinemada gördüğüm an, 'Hayallerim gerçekleşti, bu bana yeter,
başka hiçbir şey istemiyorum, şükür rabbime,' dedim.

- Ya rastlamasaydınız Çağan Irmak'a?
- Hâlâ çizgi film için koşturup metin yazarlığı yapıyor olurdum
herhalde. Bir kapı açılmadan oyunculuğa yönleneceğimi hiç
düşünmüyordum.

- Oyuncu olmanızı sağlayan kader mi?
- Bunu Çağan'a borçluyum, bir de atlara! Bir de annemle babamın bana sağladığı eğitime.

Sabah
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://cemal-hunal.yetkin-forum.com
 
sabah gazetesinde çikan haber
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Röportaj (Sabah Gazetesi)
» Sabah Gazetesi Röportajı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
cemal hunal fan sitesi :: Cemal Hünal :: Haberler - Röportajlar-
Buraya geçin: